Makale
Çankırı’dan Londra’ya bir Türkiye hikâyesi...
“Büyük Britanya’yı Avrupa BirliÄŸi’nden çıkaran adam” Boris Johnson, 2008 yılında Londra Belediye BaÅŸkanı seçilmesinden birkaç ay sonra ilginç bir ziyaret için İstanbul’a gelmiÅŸti. Gelir gelmez, Süleymaniye’deki Kirazlı Mescit Sokak’a gitti. Onu kuzeni Sinan bekliyordu. Bu sokak onları birleÅŸtiren hikâyenin baÅŸladığı yerdi...
Bundan tam 141 yıl önceye Süleymaniye’nin, sabah namazlarının ardından Süleymaniye Camii’nde Gülistan’dan hikâyelerin okunduÄŸu dindar, orta sınıf tüccarların yaÅŸadığı bir semt olduÄŸu günlere gidiyoruz.
Mahallenin varlıklı esnaflarından biri olan Çankırı’nın Kalfat köyünden İstanbul’a gelip yerleÅŸmiÅŸ, Mumcular Kahyası olmuÅŸ, Balmumcu Ahmed Efendi’nin evine.
Yaptıkları mumları bilâ ücret camilere dağıtan, Abdülaziz’in ölüm haberiyle günlerce gözyaşı dökülmüş saltanata gönülden baÄŸlı bu dini bütün ailenin o gün bir erkek evladı oldu; Ali Rıza.
Benzer zamanlarda geçmiÅŸ pek çok baÅŸka hikâyede olduÄŸu gibi Ali Rıza da önce mahalle mektebinde Kuran hıfzederek baÅŸladığı eÄŸitimine, rüşdiye ile devam etti. Osmanlı-Rus savaşının İstanbul kapılarına dayandığı yıllardı. Ali Rıza’nın Gülhane Askeri Rüşdiyesi’ndeki eÄŸitimi askerî disipline gelemediÄŸi pek uzun sürmedi. Bir süre Süleymaniye Camii’nde İslam klasikleri okuduktan sonra annesinin isteÄŸiyle Mekteb-i Mülkiye’ye girdi.
Siyasetten önce edebiyatla tanıştı. Devrin en ünlü edebiyatçılarından Ahmet Mithat Efendi’den ve ÅŸair Muallim Naci’den etkilenerek 18 yaşında arkadaÅŸlarıyla GülÅŸen adında bir dergi çıkarmaya baÅŸladılar. Zamanın kelli felli edebiyatçılarıyla polemiklere giriyordu. Dergideki yazıları, ÅŸiirleriyse kendi adıyla deÄŸil, hayranı olduÄŸu Namık Kemal’in etkisiyle bir mahlasla çıkıyordu; Ali Kemal...
Hem Ahmed Mithat hem de Muallim Naci babası gibi sıkı 2. Abdülhamid taraftarlarıydılar. Ama ilgisini edebiyattan sosyal meselelere doÄŸru çeken esas isim Mülkiye’deki hocası Mizancı Murat Bey olmuÅŸtu. O ise önde gelen Jön Türklerden biriydi.
Yaşından büyük iÅŸlere o yaÅŸlarda kalkıştı. 1887’de Fransızcasını ilerletmek için 20 yaşında Paris’e gitti. O sırada Paris’e kaçmış Jön Türklerle tanıştı. Cenevre’de bir Rus kızla aÅŸk yaÅŸadı. O gidince de bir yıl sonra İstanbul’a döndü. Döner dönmez hayranı olduÄŸu Yeni Osmanlıların İtalyan Carbonari derneÄŸini taklit etmesi gibi İsviçre’de gördüğü bir ihtilalci komiteye özenip arkadaÅŸlarıyla gizli bir cemiyet kurdu ama deÅŸifre olunca yakalandılar, ilk seferinde affedildi.
Ama ikinci gizli cemiyet denemesi bir jurnalle ihbar edilince memuriyet ataması kılığında Halep’e sürgüne gönderildi. Annesi ve kız kardeÅŸi de onunla geldi.
Orada da boÅŸ durmadı bir taraftan Arapça ve İslami ilimler öğrenirken diÄŸer taraftan Halep Valisi’ne karşı İttihatçıların kurduÄŸu gizli cemiyetlerin içinde yer alıyor, edebiyat yarışmalarına katılıyor, birincilikler alıyordu. Ama sürgünü bir türlü bitmiyordu. 1895’te yeniden Paris’e gitti. Aynı yıl Abdülhamid’e sunduÄŸu eÄŸitim reformu programı reddedilince hocası Mizancı Murad da Paris’e kaçmıştı.
Paris’te bir taraftan École Libre des Sciénces Politiques’e devam ederken bir taraftan da İkdam gazetesine Paris Müsahabeleri baÅŸlığı altında yazılar yazıyordu. Fransa’daki kültür sanat dünyasıyla ilgili yazıları çok popüler oldu, yazılarda Servet-i Fünun çevresine de laf atınca devreye giren Hüseyin Cahit onun bazı yazılarının Le Figaro’dan çeviri olduÄŸunu ortaya çıkardı.
Bu arada Avrupa’daki Jön Türkler içinde iki ayrı ekolü temsil eden Mizancı Murat Bey ile Ahmet Rıza Bey arasındaki ayrışma derinleÅŸiyordu. Daha İslami, milliyetçi, devrimci deÄŸil evrimci bir çizgisi olan Mizancı Murat Paris’ten ayrılıp, Kahire ve Cenevre’de Mizan dergisini çıkardı. Sonunda Mizancı Murat ile diÄŸer Jön Türkler arasındaki ipler koptu. 2. Abdülhamid’in Jön Türkleri durdurmak için görevlendirdiÄŸi çocukluk arkadaşı ve saÄŸ kolu olan Hafiye teÅŸkilatının başındaki Ahmed Celaleddin PaÅŸa Mizancı Murad’ı ikna ederek İstanbul’a dönmesini saÄŸladı.
Ahmed Celaleddin PaÅŸa’yla anlaÅŸanlardan biri de Ali Kemal’di. Görevi Avrupa’daki Jön Türk faaliyetlerini İstanbul’a bildirmekti.
Avrupa’da okuyan Türk öğrencilerinin nazırlığı, Brüksel sefareti 2. KatipliÄŸi gibi görevlerin ona bu yüzden mi verildiÄŸi, en baÅŸtan mı yoksa daha sonra mı Jön Türklere karşı Yıldız Sarayı’yla çalışmaya baÅŸladığı meçhul. Kesin olan Ali Kemal’in Jön Türkler’deki ihtilalcilik fikrine karşı, ılımlı bir reformculuÄŸu savunduÄŸu, yani Fransız modelinden çok İngiliz modeline yakın durduÄŸu...
(Nitekim, Ali Kemal, daha sonra kaleme aldığı ve karakterler üzerinden Fransız Devrimi’ni anlattığı Rical-i İhtilal adlı kitabında, Cemil Meriç’in bile “Fransız Devrimi’ni oradan öğrendik” der, Fransız Devrimi’ni desteklemekle birlikte Jakoben ÅŸiddete ve Danton’un idamı gibi tasfiyelere karşı eleÅŸtirel bir dil kullanır.)
Daha sonra hayatını yazan yeÄŸeni, Ali Kemal’in kendi hikâyesiyle Danton’unkini benzettiÄŸini söylerken haksız sayılmaz. Onun Jakoben örgütü ise artık tüm hayatı boyunca karşısında duracağı İttihat ve Terakki olacaktır.
Cenevre, Kahire arasında gidip gelen Ali Kemal’in hayatının dönüm noktalarından biri 1902’de tatil için gittiÄŸi İsviçre’de soylu bir aileden gelen Winifred Brun’la tanışması olur. İngiliz Margaret Johnson ve İsviçreli Frank Brun’ün yarı İngiliz yarı İsviçreli kızları olan Winifred’le bir yıl sonra Londra’da evlenmek üzere sözleÅŸerek ayrılırlar.
Ve 11 Eylül 1903 günü Londra’da (Paddington’da) evlenirler.
1906 yılında ilk çocukları Selma dünyaya gelir. Ali Kemal, bir yandan seyahatten siyasete geniÅŸ bir alanda kitaplar yazmakta, bir taraftan da Türk adlı dergiyi çıkarmaktadır. 1904’te Yusuf Akçura’nın Türkçülüğün manifestosu kabul edilen Üç Tarz-ı Siyaset broşürüne yazdığı “Cevabımız” adlı cevap çok ses getirmiÅŸtir “Türklüğü İslamdan İslam’ı Osmanlılıktan ayırmak çok büyük bir hata olur” diyen Ali Kemal, yükselmekte olduÄŸunu gördüğü milliyetçilik fikrinin, millet-i hakime anlayışının Osmanlı’nın sonu olacağını düşünmekteydi:
“Biz Türklerin fertler itibariyle yükselmesine çalışanlardanız. Bu nimet o derece çoklukla husûle gelsin. Türkler durumu koruyabilsinler, topluca yok olmaktan kurtulsunlar, ikbal yolunu tutsunlar, sonra Osmanlı milletinin vahdeti mi, İslam ittihadı mı, Türklerin tevhidi mi? Ne gerektir düşünsünler!”
Ve 23 Temmuz 1908. Manastır’da baÅŸlayan isyanla, İstanbul’da 2. MeÅŸrutiyet ilan edilmiÅŸtir. 2. Abdülhamid, 30 yıl önce askıya aldığı Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymuÅŸ ve tatile gönderdiÄŸi Meclis-i Mebusan’ın açılmasına izin vermiÅŸtir.
Ali Kemal için de bu, eve dönüş demektir. Bir gün sonra Ali Kemal, Londra’dan eÅŸi Winifred, kayınvalidesi Margaret Johnson ve kızları Selma’ya birlikte İstanbul’a gelip, Bebek’e yerleÅŸirler.
Ali Kemal, İstanbul’daki ilk ziyaretlerinden birini Yıldız Sarayı’nda köşeye sıkıştırılmış Abdülhamid’e yapar. İkisinin ortak bir düşmanı vardır: İttihat ve Terakki.
Prens Sabahattin’in liderliÄŸindeki Ahrar Fırkası’na katılan Ali Kemal, Darülfünun’da dersler verirken, İkdam gazetesinin baÅŸyazarı olarak İttihatçı kalemlerle sert polemiklere girer. İttihatçıları “Aydınlanmış despotik” bir rejime gitmekle, komitacılıkla, masonlukla suçlamaktadır.
İttihatçıların en önemli isimlerinden Dr. Bahattin Åžakir’le Åžura-yı Ümmet gazetesinde çıkan yazılarda kendisine iftira ve hakaret ederek mebus olmasına engel olduÄŸu gerekçesiyle mahkemelik olur. Tam mahkeme sürerken 6 Nisan 1909 günü İttihatçı karşıtı Serbesti gazetesinden Hasan Fehmi Bey Galata Köprüsü üzerinde uÄŸradığı bir suikastla hayatını kaybeder. Katiller kaçmıştır. Cinayetten bir gün sonra Ali Kemal, Darülfünun öğrencilerine sert bir konuÅŸma yaparak cinayetten İttihatçıları sorumlu tutar ve şöyle der:
“Åžimdi ben de kendimi korumak için silahımı alacağım, beni de vurun diyeceÄŸim!..”
Ali Kemal’in güçlü hitabetinden etkilenen talebeler “Hürriyet” “Katilleri bulun” sloganlarıyla Babıali’nin önünde toplanmaya baÅŸlarlar, sayı 50 bin kiÅŸiyi aÅŸmıştır.
İşte ünlü 31 Mart Ayaklanması böyle baÅŸlar. Ali Kemal, Avcı Taburlarının yönetime el koyduÄŸu, Tanin ve Åžura-yı Ümmet gazetelerinin yakılıp, İttihatçı liderlerin kaçtığı günlerde İkdam’da cinayet için İttihatçıların önde gelen isimlerinden Rahmi Bey ve Dr. Nazım’ı suçlayan yazılar yazar.
Sonra birden iÅŸler tersine döner. İttihatçıların Balkanlardan yola çıkan Hareket Ordusu İstanbul’a yaklaÅŸmaktadır. O geceyi kızı Selma daha sonra günlüklerine şöyle yazacaktır:
“Babam sabaha karşı üçte geldi. Annem bir koltuÄŸa oturmuÅŸ çok kötü anne çok kötü diye aÄŸlıyordu. Anneannem, yukarı çıktı, babamın elinde bir gazete vardı. Gazetede idam edileceklerin listesi. Babam da listedeydi…”
Ali Kemal o gece bir Fransız teknesiyle İstanbul’dan kaçtı. Ertesi gün o listedeki altı kiÅŸi isyandaki rolleri nedeniyle idam edildiler. Ali Kemal son dakikada Paris’e kaçarak hayatını kurtarmıştı. Ama bütün ailesi İstanbul’daydı. Paris’ten yazdığı mektuplarda eÅŸine ve çocuklarına olan hasretini anlatmaktaydı.
Sonra bütün aile Londra’da yeniden bir araya geldiler. 1909’un sonlarında Ali Kemal’in eÅŸi Winifred ikinci çocukları, Osman Wilfred Kemal’i dünyaya getirdi. DoÄŸum sırasında Ali Kemal eÅŸinin yanında deÄŸildi. DoÄŸumdan kısa bir süre sonra genç kadın hayatını kaybetti.
Büyük bir aÅŸkla evlendiÄŸini karısını kaybeden Ali Kemal, yeni doÄŸan Osman Kemal, 3 yaşındaki Selma ile Londra’da baÅŸ baÅŸa kalmıştı. Neyse ki bütün aileyi toparlayacak kayınvalidesi Margaret Johnson vardı. Hep birlikte 3 yıl Christchurch ve ardından Wimbledon’da yaÅŸadılar. O 3 yıl boyunca İttihatçıların hakim olduÄŸu İstanbul Ali Kemal için hiç tekin deÄŸildi. Hayatlarının akışını yine İstanbul’daki iktidar savaÅŸları belirleyecekti.
18 Temmuz 1912 günü kendilerine Halaskaran-i Zabıtan diyen bir grup subay bir muhtıra vererek İttihatçılara “ya siyaset ya askerlik” dediler. 1908’de bizzat kendileri böyle baÅŸlayan bir isyanla iktidarı elde etmiÅŸ İttihatçılar korkmuÅŸtu. İktidardan geri çekildiler. Gazi Ahmet Muhtar PaÅŸa’nın kurduÄŸu yeni kabinenin ilk iÅŸi ise siyasi af çıkarmak oldu.
Bu Ali Kemal için yeniden vatanına dönmek demekti.
Åžartlar uygun olur olmaz, ailesini getirmek üzere İstanbul’a döndü. Yeniden İkdam’ın baÅŸyazarıydı artık. Ama bu saadet de 6 aydan fazla sürmeyecekti.
Enver PaÅŸa liderliÄŸindeki İttihatçılar, Babıali’yi basmış, Harbiye Nazır’ı Nazım PaÅŸa’yı öldürmüş, 70 yaşındaki Kamil PaÅŸa’nın başına silah dayanıp istifa ettirmiÅŸlerdi. Tarihe Babıali Baskını olarak geçecek bu darbeyle İttihatçılar artık kendi adlarıyla uzun bir süre gitmemek üzere iktidara el koymuÅŸtu.
Altı ay sonra Ali Kemal için bir kere daha sürgün yolları gözükmüştü.
Bu kez Viyana’ya gitti. Ama Mahmut Åževket PaÅŸa liderliÄŸindeki yeni İttihatçı hükümet muhalefete karşı daha hoÅŸgörülüydü, kısa bir süre sonra İstanbul’a geri döndü.
Bekâr hayatına bir son verdi. Bu aynı zamanda stratejik olarak da önemli bir karardı. 2. Abdülhamid’in en yakınında olmuÅŸ askerlerden Müşir (MareÅŸal) Mustafa Zeki PaÅŸa’nın kızı Sabiha ile evlenip, Büyükada’ya yerleÅŸti.
Peyam’ı çıkarmaya baÅŸladı. (Kendisinden 25 yaÅŸ küçük olan Sabiha Hanım’ın küçük kardeÅŸi Saadet’in taliplerinden olan o genç teÄŸmenle evlenseydi belki İsmet PaÅŸa’yla bacanak olacaklardı)
İttihatçıların Almanların yanında bir maceraya girmesine dönük sert eleÅŸtirileri yüzünden gazetesi kapandı. Bu arada 2. eÅŸi Sabiha Hanım’dan bir oÄŸlu dünyaya gelmiÅŸti; Zeki...
Savaş patlamıştı. İttihatçılar Almanların yanında bütün İslam dünyasını cihada çağırmışlardı. Savaş yılları Ali Kemal için zor geçti. Öğretmenlik yaptı, ticaretle uğraştı, kitap yazdı.
Savaşın düşman cephesinde kalan çocuklarıyla iletişimi kesilmişti artık.
1916 yılında Selma ve Osman’a bakan kayınvalidesi Margaret Johnson bir karar verdi. SavaÅŸ yıllarıydı. İngiltere ve Osmanlı karşı cephelerde savaşıyordu. Londra, Türkçe ad ve soyadlı bir çocuk için güvenli sayılmazdı. Nüfus İdaresi’ne baÅŸvurdu. Ve çocukların soyadını Kemal’den kendi soyadı olan Johnson’a çevirtti.
Selma Kemal, Celma Johnson, Osman Wilfred Kemal de Wilfred Johnson olmuÅŸtu artık... Çocuklar yeni adlarıyla Anglikan Kilisesi’nde vaftiz edildiler...
Ali Kemal ve Türkiye içinse 4 yıllık bu karanlık tarih 30 Ekim 1918’de Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında imzalan anlaÅŸmayla deÄŸiÅŸti. Ve 1 Kasım’ı 2 Kasım’a baÄŸlayan gece İstanbul KuruçeÅŸme kıyılarında bekleyen bir Alman denizaltısına binen İttihat ve Terakki’nin üç paÅŸası Türkiye’yi terk ettiler.
Arkalarında yıkılmış, orduları tasfiye edilmiÅŸ, iÅŸgale hazır bir ülke bırakarak. 5 Kasım 1918 günü Ali Kemal’in yakın arkadaÅŸlarından Refik Halid’in yazdığı “Hesabı ödemeden nereye” yazısı İttihatçılara duyulan o öfkeyi anlatır:
“Ziyafet bitti, fakat aÄŸzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?.. Galiba ÅŸafak attı, güneÅŸ doÄŸuyor, tahtakuruları nereye?... Galiba koku aldınız, kedi geliyor, koca fareler nereye?... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?”
12 gün sonra İngiliz orduları İstanbul’a ayak bastı. Savaşın kazananları Osmanlı için bir karar verecekti.
Ali Kemal’se siyasete geri dönmüştü. 1918’in başında yeniden kurulan İttihatçıların baÅŸ düşmanı Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Genel Sekreteri’ydi artık.
Aslında savaÅŸ ve sonuçları Ali Kemal’i haklı çıkarmıştı.
En başından beri Abdülhamid döneminde izlenen sulh ve denge politikalarıyla ancak ülkenin kalkınabileceÄŸini savunuyordu. 1908’den beri askerî bir diktatörlük kurduklarını söylediÄŸi İttihatçıların maceracı, savaşçı, millet-i hâkime düsturuyla azınlıkları dışlayan politikaları ise ülkeyi uçuruma götürmüştü:
“Bu 20. medeniyet yüzyılında nesli nesebi pespaye, tahsilsiz, irfansız, hukuktan da, hürriyetten de, hükümetten de bihaber… fail, ortaya çıkar, kendi gibi külhanbeyleri bulur… -bu memlekette ondan bol ne var?-… bu asrın idrakine, vicdanına sığmaz cinnetleri, cinayetleri iÅŸler. … İşte senelerden beri biz… âmir, hâkim diye bu heriflere tapındık, ÅŸimdi böyle bir musibetten musibete uÄŸruyorsak bu âmalimizin [yaptığımız iÅŸin] cezasıdır, çekeceÄŸiz” (5 Kasım 1918- Sabah)
“Trablusgarb ve Balkan felaketleri bir tarafa dursun, vakta ki Harb-i Umumi
çıktı, kafamızı mütareke kapısına ‘güm’ diye çarptık. Ne gördük? Bu mülk-i
mahrusamızın la-ekall iki semeni elimizden gitti, bu koskoca Saltanat-ı Osmaniye’ye küçük bir Türk hükümeti kalıyordu, fakat bu musibet dersiyle akıllandık mı sanıyorsunuz? Heyhat! Yine sulh ve sükûneti meskenet addeyledik, bizi bu musibetlere uÄŸratan, bu çukurlara düşüren silaha herçe bad-abad sarılmak sevdasından bir türlü vazgeçemedik, bu sefer netice ne feci oldu, bu görmek istemeyen gözlere bile ayandır”. (19.8.1922- Peyam-ı Sabah)
Ali Kemal’in, baÅŸta Vahdettin olmak üzere İstanbul hükümetinin ve Mütareke Basını denen entelektüel kesimin “hainlik” olarak tarih kitaplarına geçen çözüm önerilerinin özü buydu. SavaÅŸtan yenik çıkmış bir ülkeye yeni bir İttihatçı maceranın pahalıya mal olacağını düşünüyor, savaşın galiplerini kızdırmadan bu badireyi sulh ile atlatmamız gerektiÄŸine inanıyorlardı.
Aslında böyle düşünen sadece onlar da deÄŸildi. Savaşın en büyük kaybedeni, en ağır anlaÅŸmalarla cezalandırılanı olan Almanya’da 440 maddeli Versaille AnlaÅŸması’nı onaylayan Sosyal Demokratlar da aynı ÅŸekilde düşünüyordu. Onlar da ihanetle, teslimiyetle, mandacılıkla suçlandı. Alman meclisinde kendilerini teslimiyetle suçlayanlara “Artık yeni bir savaÅŸa giremeyiz, kendimizi savunacak durumda deÄŸiliz. Ancak savunmasız olmamız, onursuz olduÄŸumuz anlamına gelmez” diyen sosyal demokrat bakan Gustav Bauer’la Ali Kemal aynı çözümü savunuyordu aslında...
Özellikle de Ocak 1919’da Paris’te baÅŸlayan barış görüşmeleri bitene kadar.
Altı ay sürecek sonunda Almanların önüne Versaille, Türklerin önüne Sevr’in geleceÄŸi görüşmelerde savaşın galip devletlerine iyi bir fotoÄŸraf verilmeli, iÅŸgallere mazeret üretilmemeliydi. Görüşmelerin baÅŸlamasıyla aynı tarihlerde İstanbul’da 1915 Ermeni tehciri için İttihatçıların yargılandığı Divan-i Harbi Örfi yargılamaları baÅŸladı. İttihatçılar gözaltına alınıyor, sürgünlere gönderiliyordu. İtilafçılar, İttihatçılardan yılların intikamını almaktaydı.
Mart ayında PadiÅŸah Vahideddin, hükümeti kurma görevini kayınbiraderi Damat Ferit PaÅŸa’ya verdi. Hürriyet ve İtilafçıların yeniden iktidara geldikleri bu kabineye Ali Kemal Maarif Nazırı olarak girdi. Kabinenin birinci önceliÄŸi kongrelerle ortaya çıkan mukavemeti durdurmak, Wilson İlkeleri’ndeki “nüfusun çoÄŸunluÄŸu kimdeyse yönetimi ona bırakmak” prensibine dayanarak, Anadolu’yu iÅŸgal ettirmeden Paris’teki barış anlaÅŸmasından çözüm çıkarmaktı.
Anadolu’da Türklerin azınlıklara yönelik katliam yürüttüğü tezi iÅŸgaller için temel gerekçeydi. Damat Ferit kabinesi bu gerekçeyi zayıflatmak için Ermeni tehciri yargılamalarına hız verdi. 10 Nisan 1919 günü BoÄŸazlıyan Kaymakamı Kemal idam edildi.
Ama Paris’te gündem baÅŸkaydı. Paris’i boykot ederek Adriyatik’te ve Güney Anadolu kıyılarında yürüyüşünü devam ettiren İtalyanları masaya çekmek gerekiyordu. Yunan tarafı da hevesliydi. Venizelos, Anadolu’da Türklerin Rumları katlettiÄŸi, müdahale edilmesi gerektiÄŸi propagandasını yürütüyordu. 6 Mayıs günü İngiliz baÅŸbakanı Lloyd George, Venizelos’u toplantıya çağırdı:
Lloyd George: Hazır askeriniz var mı?
Venizelos: Var. Hangi amaçla
Lloyd George: Bugün BaÅŸkan Wilson (ABD) Bay Clemenceau (Fransa) ve ben İzmir’i iÅŸgal etmenize karar verdik.
Venizelos: Biz hazırız.
16 Mayıs günü Yunan ordusu İzmir’e çıktı. Aynı gün bu iÅŸgali engelleyemediÄŸi için Damat Ferit hükümeti istifasını verdi. Ama padiÅŸah kabineyi yine onun kurmasını istedi. Bu kez Dahiliye Nezareti koltuÄŸunda Anadolu’daki mukavemeti İttihatçıların yeni bir macerası olarak gören bir isim oturmuÅŸtu: Ali Kemal Bey.
İzmir’in iÅŸgali ittihatçıların elini güçlendirmiÅŸti. İstanbul’da büyük mitingler yapılarak iÅŸgal protesto ediliyordu. 16 Mayıs günü Mustafa Kemal ve arkadaÅŸları, Rumlara katliam iddiasıyla Samsun bölgesinin iÅŸgal edilmesini engellemek için padiÅŸah tarafından Samsun’a gönderildi. Kısa zaman sonra onun da direniÅŸ için gittiÄŸi anlaşıldı.
Paris’te konferans sürüyordu. Kuvva-i milliye fikri İstanbul’da da güçlenmeye baÅŸlamıştı. Dahiliye Nazırı Ali Kemal, ipleri eline aldı. Bir taraftan İngilizlerle görüşüyor, Yunan iÅŸgalinin ilerlemesini engellemeye çalışıyor, bir taraftan milis teÅŸkilini ve müdafa-i milliye anlayışını yasaklayan bir emir yayınlatıyordu. 17 Haziran tarihli o emri 23 Haziran günü Mustafa Kemal’i görevlerinden azleden baÅŸka bir emir izledi. Atatürk, Ali Kemal’in o emrini tam metin olarak Nutuk’una koydu:
“Mustafa Kemal PaÅŸa büyük bir asker olmakla birlikte günün siyasetini pek bilmediÄŸi için, olaÄŸanüstü sayılacak vatanseverlik ve gayretine raÄŸmen, yeni görevinde asla baÅŸarılı olamadı... Ayrıca, bu önemli ve tehlikeli günlerde memur, halk, her Osmanlı’ya düşen en büyük görev, barış konferansınca geleceÄŸimiz üzerinde karar verilirken ve beÅŸ yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken, artık aklımızı başımıza devÅŸirdiÄŸimizi göstermek, akıllıca ve tedbirlice davranışları benimsemek, parti, mezhep, ırk ayrılıklarını gözetmeksizin her ferdin hayatını, malını, ırzını koruyarak, medenî dünyanın gözünde bu memleketi bir daha lekelememek deÄŸil midir?..”
Emir Millî Mücadeleyi destekleyen kabine üyelerinin tepkisini çekmiÅŸti. Baskılara daha fazla dayanamayan Ali Kemal, 27 Haziran 1919 günü Dahiliye Vekaleti’nden Vahideddin’e sunduÄŸu bir dilekçeyle istifa etti. Dilekçe ve Vahideddin’in Ali Kemal’e verdiÄŸi cevap da Nutuk’ta yer aldı.
Ali Kemal istifa mektubunda “padiÅŸahın gösterdiÄŸi yakın ilgi ve güveni çekemeyen bazı arkadaÅŸlarının birçok yersiz sebepler ileri sürerek ihtilâlin daha da geniÅŸlemesine yol açtıklarını” söylüyor, «resmî görevinden çekilmekle birlikte, özel olarak hizmet ve sadakate devam edeceÄŸini» ekliyordu. Vahideddin’in de cevabi yazısı şöyleydi:
“Beni büsbütün yalnız bırakmayacağınıza güveniyorum. BaÄŸlılığınız, bana büyük ümit ve teselliler vermiÅŸtir. Saray, her dakika size açıktır…”
Nutuk’ta Atatürk bütün bunlardan sonra “Kendisine olan baÄŸlılığından padiÅŸahın büyük ümit ve teselliye kapıldığı Ali Kemal’i nâzırlık makamında ve padiÅŸah huzurunda gördükten sonra, bir de asıl gerçek görevi başında görelim!” diyerek Ali Kemal’le ilgili bazı İngiliz belgelerindeki onun İngilizlere yakınlığını gösteren yazışmalara yer verdi.
Halbuki Ali Kemal’in istifa ettiÄŸi gün kaleme alınmış baÅŸka bir mektupta Ali Kemal İngilizlere ÅŸikâyet edilmekteydi. Hem de Paris’teki İngiliz delegasyonuna.
Ali Kemal Paris Konferansı’ndaki Türkiye delegasyonu içinde yer almıştı. Bunu İngiliz gazetelerden öğrenip onu İngiliz delegasyonuna yazdığı bir mektupla ÅŸikâyet eden kadının adı Margaret Johnson’du.
Mektup “Lütfen size yalvarıyorum onunla görüşüp görüşemeyeceÄŸimi bana bildirin” diye baÅŸlıyordu. YaÅŸlı kadın mektubunda ‘Ali Kemal’in kızının kocası olduÄŸunu, iki çocuÄŸunu kendisine bırakıp gittiÄŸini, savaÅŸtan sonra çocuklarını hiç arayıp sormadığını, çocuklara bakacak maddi durumunun olmadığını anlatıyor ve şöyle diyordu:
“Çocukların babasının Paris’te Türk delegasyonunda olduÄŸunu biliyorum. Onu görebileceÄŸim konusunda şüpheliyim. Ama eÄŸer mümkün olursa ondan çocuklar için para isteyeceÄŸim. Bu onunla görüşmek için tek sebebimdir…”
İngiliz delegasyonundan Margaret Johnson’a gelen cevap olumsuzdu:
“Ali Kemal Bey Paris’ten ayrıldı…”
Asıl kısmı haftaya kalsın...
Henüz yorum yapılmamış.